Suriye’ye ikinci ziyaretimdi. İlk seferdeki dalgınlığımı üzerimden atmış, biraz aşina olduğum coğrafyaya ezberlemeye çalışır gibi bakıyordum.
Şubat ayının ortası; havalar kısa bir süreliğine de olsa ısınmıştı. Meteoroloji yakında soğukların tekrar geleceğini haber ediyordu. O gün güneşten ısınmış kayaların üzerinde oynayan çocuklar, zeytin ağaçlarının gölgesinde bitmek bilmeyen işlerine devam eden kadınlar, normale dönmüş bir hayatın alameti gibi görünüyorlardı. Demek kısa süre sonra çocukların neşesi çekilecekti kayalardan, anneler çadırlarına, varsa evlerine geri dönecekti.
Biz de bu sıcak kış gününde Suriye’nin yardım bekleyen bölgelerine ilettiğimiz paketleri dağıtmak üzere yola çıktık. Türkiye sınırından bir buçuk saatlik bir mesafe uzaklaştık. Zeytinliklerin ve büyük kayaların arasında küçük çadır kentlerin olduğu Armanas kasabasına geldik. Üç farklı kampta; üç yüzden fazla ailenin erzak, kışlık kıyafet ve yakacak ihtiyacını karşılayan dağıtımı yapmaya başladık. Dağıtım sırasında yanımıza Mazelle teyze geldi.
Mazelle teyze yardım kolilerinin yanına oturmuş, bir köşede bekliyor ve dua ediyordu. Çadırı dağıtım yaptığımız yere çok yakınmış. Bizleri davet etmek için beklemiş. Belki de yıllar sonra ağırlayacağı ilk misafirleri bizdik. Davetini kabul ettiğimizdeki mutluluğunu gözlerinde görebiliyordum. Ben de ilk defa bir çadıra misafir olacağım için mutluydum.
Çadır uzaktan bakınca küçük görünse de içine girdiğimizde bizi oldukça büyük bir salon ve ortasında bir kömür sobası karşıladı. Çadırın dört tarafı örtülmeye çalışılmıştı ama dışarıdaki soğuk hava içeri giriyordu. Eski zamanlardaki gibi soba bizi etrafına toplamıştı. Sobanın başında Mazelle teyzenin ve ailesinin hikayesine kulak verdik.
Savaştan önce Hama’da yaşıyorlarmış. “Eskiden her şeyimiz vardı” diyor etrafına bakarak. Savaş başladığından beri dört kez yerleştiği yeri terk etmek zorunda kalmış. Şimdi bir süredir misafiri olduğumuz çadırda yaşıyorlar. “Burada nasıl geçiniyorsunuz” diye soruyoruz. 10 lira yevmiyeyle etrafta gördüğümüz zeytinleri topluyorlarmış. Buradaki hayata alışmışlar. Üç senedir rahatları yerindeymiş, iki gün öncesine kadar. İki gün önce bir gece yarısı çadırlarının yakınlarına beş defa bomba atılmış. Ne yapacaklarını şaşırmışlar. “Gidecek bir yerimiz artık kalmadı. Türkiye’ye kadar geldik. Daha nereye sığınalım” diye sordu o geceyi anınca.
Çaylarımız geldi, kısa bir süreliğine de olsa ev sahibi olmak, misafir ağırlamak onları evlerinin salonunda gibi hissettirmişti. Oysa kendi vatanlarında bir mülteci gibi yaşıyorlardı. Çaylarımızı bitirdik ve Mazelle teyzeyle vedalaştık. Dağıtımları tamamladıktan sonra o gün içinde Türkiye’ye döndük.
Türkiye beni her ziyaretimden sonra bağrına bastığı gibi şefkatli bir şekilde karşıladı. Sınırı geçtiğim anda evime dönmüş gibi kendimi güvende hissediyordum. Kendi vatanımın topraklarında mülteci gibi yaşamanın ne demek olduğunu hayal bile edemiyordum. Allah hayalini bile yaşatmasın.
Anlatıcı: Hüseyin Bircan
Fotoğraf: Said Tetik